11 Ocak 2015 Pazar

True Detective (Dizi Analizi)

True Detective, Amerika’nın Louisiana eyaletinde geçen, 17 yıl boyunca bir seri katili yakalamak için ömrünü harcamış, eyalet polis merkezine bağlı iki dedektifin hayatını bizlere anlatırken, bir yandan da suçluyu bulmak için başvurulan yolları, o süreç içinde yaşanan psikolojik ve duygusal karmaşıklıkları bizlere sunuyor. İlk bölümü o kadar heyecanlı ve bir o kadar da ağır başladı ki, kendimi neyin ortasında buldum anlayamadım doğrusu…

İnanılmaz gizemli bir cinayet vakası ile başlıyor dizinin ilk bölümü. Daha sonra cinayetin ardında bıraktığı gizemli semboller, imgeler ve kalıntılar ile yolculuğumuz başlıyor… Evvela karakterleri bir tanıtalım demiş dizinin yaratıcısı ve senaristi NicPizzolatto. İki adet dedektif koyayım diziye ama bunlardan biri şöyle güzel mi güzel, tabiri yerindeyse taş gibi bir bayan olsun dememiş! Bunun yerine fazlasıyla zeki ve psikolojik karmaşıklıklar içinde olan erkek bir karakter seçmiş. Bu karakterin dizideki adı RustCohle. Gerçek adı ise MatthewMcConaughey. Kendisi fazlasıyla sakin yapısıyla göze çarpıyor dizide. Her türlü pisliğe bulaşmış, birçok işin raconunun farkında olan, sigarayı derin nefeslerle içine çeken (hatta bazen o kadar derin ve sesli çekip üflüyor ki, sinir olmaya başlıyorsunuz), düşünerek cevap veren ve kendini Dünyanın kalıplaşmış standartlarından sıyırmayı başarmış bir karakter. Yani “sıradan insanlara rahatsızlık verici” bir karakter de diyebiliriz. İşte bu sıradan insanlardan birisi de ortağı, MartyHart. Gerçek adı ise, WoodyHarrelson. Marty, aile düşkünü, kalıplara sonuna kadar bağlı, gelenek görenek sever, dindar ve donanım derecesi çok yüksek olmayan bir dedektif diyebiliriz. Ancak ikisinin de bir özelliği var ki, ikisi de sürprizlerle dolu karakterler. Bu karakteristik yapılarını ilk olarak dizinin ilk bölümünde, meşhur gizemli cinayet vakasını, iki dedektifte yerinde incelerlerken, tavır ve konuşmalarından anlayabiliyoruz zaten. Sonra ise doğru tahminimiz ile mutlu olup, dizimizi izlemeye devam ediyoruz.

Dizide karma zaman kullanılmış. Bir yandan şimdiki zamanı anlatırken, bir yandan geçmişi anlatıyor. Geçmiş zamanda az önce yukarda yazdığım olaylar, iki ortak dedektif ve cinayeti çözme süreçleri anlatılıyor. Şimdiki zamanda ise, biraz daha yaşlı bir haldeler ve emekliye ayrılmışlar. Aslında daha sonra öğreniyoruz ki ikisi de ayrı zamanlarda istifa etmişler. Ancak birbirleriyle küsler ve nedeni henüz belli değil. En önemlisi ise, iki farklı ofiste, yerlerine gelen yeni dedektifler tarafından, kamera kaydı altında sorgulanıyorlar. Evet! Bu eski dedektifleri sorgulayan, yeni dedektifleri görünce insan ister istemez kendine soruyor; Neden?.. Bu da diziyi gizem içinde gizeme sürüklüyor. Her şey daha merak uyandırmaya başlıyor. Geçmiş zamanda cinayet vakası çözüm sürecindeyken, bir yandan da her şey yavaş yavaş açığa çıkıyor. Neden küstükleri, neden istifa ettikleri, aralarında ve iç dünyalarında yaşadıkları tüm gerçekler açığa çıkıyor… Daha sonra, katil kim sorusunun cevabını buluyor gibi oluyoruz derken, NicPizzolatto’nun güzel şaşırtmalarıyla gerçek katili sonralardan öğreniyoruz.

Çok nadir ya bir ya da iki tane çatışma sahnesi görüyoruz dizide. Bunun yanı sıra daha çok psikolojik bir dizi. Gerilim de işin içinde tabi ki. Yönetmenin çekimlerini inanılmaz buldum diyebilirim. Özellikle sezonun ortalarında, bir siyahi mahallesindeki çatışma ve gerilim sahnelerini o kadar yansıtmış ki kameraya, günümüz popüler aksiyon sahnelerinden kendini tamamen sıyırarak farkını ortaya koymuş CaryFukunaga.



Eh, bu başarılı kadroya yüzlerce kez alkışlarımızı ve takdirlerimizi yollamaktan başka çaremiz kalmıyor tabi. Henüz 1.sezonun finali yapıldı. 2.sezonu merakla bekliyoruz efendim. Aşağıya da anlatılanlardan yola çıkarak aklınızda canlandırmaya çalıştığım resmin orjinalini veriyorum. Haydi tahmin edelim o zaman? Şu bizim zeki ve cool dedektifimiz RustCohle hangisi? Sürprizlerle dolu, eyalet polisinin gözbebeği, 2 çocuk sahibi dedektifimiz MartyHart hangisi?


Breaking Bad (Dizi Analizi)

İlerleyen yaşlarda olan Walter White adlı bir kimya öğretmenine,tedavi edilemez düzeyde akciğer kanseri teşhisi konur ve bu,öğretmenin hayatını tamamen değiştirir.Çünkü ömrünün sonlarına yaklaşırken,o güne kadar sıradan ve normal bir öğretmen hayatı sürmüştür.Ancak hem ailesinin onun ölümünden sonra maddi açıdan rahat bir hayat sürdürebilmesi hem de ömrünün son yıllarında biraz "aksiyon" yaşayabilmek adına çılgınca bir işe kalkışır ve diziye de adını veren olay gerçekleşir: yoldan çıkar.


Eski bir öğrencisiyle,dünyanın en etkili ve tehlikeli uyuşturucu olarak bilinen metanfetamin üretimine girer ve kimya bilgilerini kullanarak,neredeyse %100 saf metanfetamin üretir.Bu derecede saf meth piyasada bulunmadığından,çok hızlı şekilde para  kazanmaya başlar. Ancak  bu süreçte başına binbir türlü iş açılır ve dizi bunun üzerinden ilerleyen bir "kara drama"dır.

Televizyon tarihinin en iyi dizilerinden biri olarak şimdiden anılmaya başlayan Breaking Bad,herşeyin yerli yerine oturduğu final bölümüyle sona erdi.Breaking Bad yani Yoldan Çıkmak,'iyi' adamın ansızın kötülerin arasına karıştığı bir seyir sundu izleyiciye. Sistemle aşırı uyumlu gözüken ve yenik bir portresi olan Walter White kaybedecek hiçbir şeyi kalmadığı düşüncesiyle bu "uyuşturan" kapıyı aralar ve bir kimya öğretmeninin hayatının istediği takdirde nasıl aksiyon dolu bir serüvene dönüştüğünü gözler önüne serer.



Büyük bir izleyici kitlesine sahip olan dizi, belkide sıradan hayatlarımızı fazlasıyla yansıttığı ve bu sıradan hayatın böylesine uç bir aksiyon yaşamasının etkisiyle bu kadar büyük bir kitleye hitap etmiştir. Sıradan bir kimya öğretmeni ne kadar tehlike saçabilir,neden bu yolu seçmeyi tercih eder ve nasıl işler planlanandan bu kadar sapar bunu dizi tüm heyecanıyla izleyicisine sunmuştur.Oldukça başarılı olan bu yapım sektördeki başarı çıtasını oldukça yükseltmiş artık aradığını daha iyi bilen bir izleyen kitlesi doğurmuştur.


LEON The Professional *Sevginin Gücü* (Film Analizi)

Orjinal Adı: Leén the Professional
Yapım: 1994 - Fransa
Tür: Aksiyon,  Casusluk,  Dram,  Gerilim,  Suç
Süre:  120 dakika
Yönetmen: Luc Besson
Oyuncular: Jean Reno, Gary Oldman, Danny Aiello, Natalie Portman, Samy Naceri, Elizabeth Regen…
Müzisyen: Sting, Eric Serra
Görüntü Yönetmeni: Thierry Arbogast,
Senaryo: Luc Besson
Yapımcı: Luc Besson, Patrice Ledoux, John Garland, Claude Besson, Bernard Grenet
            

Leon, ünlü Fransız yazar/yönetmen Luc Besson tarafından yazılıp yönetilen, 1994 Fransız yapımı bir filmdir. Luc Besson şimdiye kadar yapımcı, yönetmen ve senarist olmuş, yönetmenlik hayatına ise “L’avant Dernier” ve “Le Dernier Combat “adlı iki kısa filmle başlamıştır. Kimilerine göre Fransız sinemasının yenilikçi yüzlerinden, kimilerine göre ise başarılı filmlerinden sonra yapımcılığını üstlendiği “Taxi” gibi filmleri yüzünden başarısını düşüren bir yönetmendir. Adından söz ettiren çalışmaları ise şöyledir: Subway, The Big Blue, Nikita, Atlantis, Léon, The Messenger, Joan of Arc…
         
Filmin konusuna değinecek olursak... Başkahramanımız Leon, bir göçmendir ve parasını insanları öldürerek kazanır. Patronu Tony ona, kurbanların isimlerini verir, Léon da bir tetikçi olarak görevini yapar. Çok katı kurallara sahip bu tetikçi, işinde çok başarılı bir profesyoneldir. Bu başarısını her gün yapmaktan usanmadığı görevine ve renksiz hayat stiline borçludur. Ancak bu siyah-beyaz hayat, Mathilda adlı küçük kızın gelmesiyle renklenir. Mathilda ailesini bir polis baskınında kaybetmiştir. Ama tek üzüldüğü, küçük kardeşinin ölmesidir. Çünkü ailede sevdiği başka biri yoktur. Mathilda Léon’un tetikçi olduğunu öğrenince ondan, kendi intikamını almasını ister. Sonrasında ise Leon’u kendisine tetikçiliği öğretmesine ikna eder. Film böylelikle seyircisini, bu öğretmen-öğrenci diyaloğuyla içine çeker. Haliyle artık Leon eski Léon olamayacaktır.


Her şeyden önce alışılagelmişin önüne geçen, birçok farklılıktan beslenen bir filmdir Leon. Örneğin; masum küçük bir kız olan Mathilda, aslında insan öldürmekten hiç korkmayan cesur bir kızken, tetikçi olan Leon ise süt içmeyi ihmal etmeyen ve her gün çiçek sulayan bir güzel insan olarak çıkıyor karşımıza. Film boyunca geçen diyaloglarla karakterler yavaş yavaş yer değiştiriyor ve böylelikle bu tezat durum seyirciye nakşediliyor.


Normal şartlar altında bir kiralık katili sevebilir miyiz? Serin kanlılıkla öldürür ve parasını alır, kötüdür.. Çok kötüdür. Fakat bu filmde bir kiralık katil sevdiriliyor seyirciye. Ölmemesini, acı çekmemesini hatta mutlu olmasını istiyoruz. Çünkü karakterin ruhunun derinliklerinde gömülü bir saflık sunuluyor izleyicilere. Gözünü kırpmadan öldüren bir tetikçinin en iyi dostu bir saksı çiçeği oluyor, süt içip ruhunu temizliyor. Filmin başından itibaren sıklıkla kullanılan bu süt metaforu aslında Leon karakterinin yaptığı mesleği kendisinin seçmediğini anlatıyor ve sütün bir diğer işlevi ise önyargılı yaklaştılan tetikçi karakterine alışma sürecini hızlandırmayı hedefliyor. Bu alışma sürecinde Leon’un tek dostu olan ve her gün suladığı bitki ayrıca onu komik duruma düşüren hafızası da büyük rol oynuyor.


Mathilda ise ailesinin katledilişine şahit olup kimsesiz kalan, zeki ve soğukkanlı henüz 12 yaşında bir kız çocuğudur. Ailesinden ilgi ve sevgi görmeden büyüyen bu kız yaşıtlarından daha büyük davranmaya çalışıp ve kendisini de buna inandırmıştır. Bu sıradan olmayan hikaye ve iki karakterin bir araya gelmesiyle seyirciye belkide daha önce hiç bakmadığı bir perspektif sunuluyor.

         
Kimi çevrelerce ise film, aralarında fazlaca yaş farkı olan iki kişi arasında "aşk" olduğu gerekçesiyle eleştirilmiştir. Ancak, ailesinden sevgi görememiş küçük bir kız olan Mathilda'nın Leon'a karşı hisleri normal aşk kavramından farklı olarak, kendisine ilk defa iyi davranan birisi karşısında duymuş olduğu sevgidir. Leon'un da Mathilda'ya karşı duyduğu hisler benzer şekildedir. İkisininde bu hisleri hayatlarında o zamana kadar görmediği bir sıcaklığa duyulan özlem ve buna karşı verilen duygusal tepkidir.

Da Vinci's Demons (Dizi Analizi)

Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük dehalarından kabul edilen ünlü İtalyan sanatçı Leonardo Da Vinci'nin;gençlik dönemi ve anlatılmamış yönlerini göstermeyi vaad eden Da Vinci's Demons'un senaristliğini The Dark Night ve Blade serisinin başarılı yazarı David S. Goyer yapıyor.



Dizide, Leonardo Da Vinci rolünü Tom Riley canlandırıyor.Da Vinci'nin gençlik yıllarını konu alan yapım bize bildiğimiz halinden çok uzak, adeta bir süper kahraman olan bir Da Vinci seyri sunuyor. Rönesans Floransa'sında 25 yaşındaki Da Vinci; artist,mucit,silahşör,aşık,hayalperest ve idealist olan bir genç adamdır.Ve hayatın kendisine sunduklarıyla başa çıkmaya çalışırken bir yandan geleceği görmeye başlıyor bir yandan ise icatlarına devam ediyor.

Evlilik dışı bir ilişkiden dünyaya gelmesi dönemin sınıfçı üslubu nedeniyle horlanmasına neden olurken bir diğer yandan annesi hakkında son hatırladığı şey bebekken onu terk edişi olunca Da Vinci annesinin izinin peşinden maceralara sürükleniyor.Bunun haricinde yaptığı araştırma ve buluşlarını, o dönemin siyasi iç karışıklıklarını da hesaba katarak iyi bir maddi destek alıp geliştirmeyi hedefliyor ve bu yüzden Floransa beyinin dikkatini çekmek için elinden geleni yapıyor ,başarılı da oluyor.Piç bir artist olarak çokta ciddiye alınmadan başlayan hikayesi,zamanla Floransa için kurtuluşun tek kaynağı olarak görünen bir adama dönüşmesiyle gelişiyor.

Yayınlandığı kanalın dizi tanıtımı ise şu şekilde: "Düşüncenin ve kaderin kontrol edildiği bir dünyada,bir adam bilgiyi serbest kılmak için savaşıyor.Leonardo Da Vinci'nin eziyet dolu gizli hayat hikayesi,insanüstü yeteneğe sahip genç bir adamın acı dolu portresini açığa çıkarıyor.Dinin yalanlarını ortaya çıkartmaya çalışan bir kafir,elit sosyeteyi devirmenin yollarını arayan bir asi,babasında meşruluğunu isteyen bir piç...Kendisini yüzyıllardır mayalanan bir fırtınanın ortasında buluyor.Gerçek ve yalanlar,din ve mantık, geçmiş ve gelecek arasındaki bir çekişme."